29 Aralık 2006 Cuma

Kucuk Kiyamet

- zerre spoiler icermez -

Siteyi cok sevdim; filmi hic begenmedim; Binnur Kaya ve Basak Koklukaya'yi hala delice seviyorum; Cansel Elcin gercekten yakisikliymis, denebilir ilk once. Onun disinda; muzikler yol sahneleri disinda dikkat cekici degildi, oralarda da, eh iste. İlker Aksum biraz da rolu itibariyle sahane gorundu gozume. İslenen konu alisildik degildi; ancak yine de gerilecek, koltuga sabitlenecek bir sahne de yoktu.

-- spoiler --
Alp: (villanın arkasındaki üstünde mezarlık bulunan tepeye bakarak) Ben mezarlığa gidicem yarın. Orda fotoğrafımı çekip MSN'e avatar diye koycam. Kızlar hasta olucak.
-- spoiler --

26 Aralık 2006 Salı

Cyllit Bang

- sacmasapan ve hic kimseyi ilgilendirmeyen ruyalar serisi, 1 -

Birisi bana acik mavi bir kutu uzatiyor. "Nedir bu?" diyorum, "Kutu oldu artık bak" seklinde cevapliyor. (Bu kisinin kim oldugunu hatirlayamiyorum.) Bakiyorum, MSN messenger. Kutu haline gelmis hakikaten. cebine koyuyorsun falan. "Oturum acayim bari" diye dusunuyorum. Encarta disinda hic kimse online degil. Parmaklarim reklamlara degmesin diye dikkatli tutuyorum messenger'i.

Encarta'yi tikliyorum (veya parmagimla tiptipliyorum da denebilir), kutunun ustu konusma penceresiyle kaplaniyor: "Welcome back, Sasha!" Hosbulduk canim, ancak havamda degilim. Kapatiyorum pencereyi.

En alttaki Web'de Ara kutucugunun olmasi gereken yerde 3 tane buton var, gercek dugme. Silikon gibi biseyden yapilmis, metalik gri butonlarin altinda tukenmez kalemle sirasiyla dolar, euro ve japonca bisey yaziyor. kutunun on tarafina bakiyorum, butonlarin hizasinda jeton atma yerleri gibi bosluklar var. Haa, butona basacagiz, bize para mi verecek? Tamam, deneyelim.

Euro butonuna basiyorum once, sikir sikir bozuk paralar dokuluyor o bosluktan. "Aehehe" diyerek dolar'a basiyorum, ordan da bir suru dokuluyor; ama bi kismi bakir para ve ustunde Cyllit Bang! yaziyor. Bunlari Kosla'ya bandiricaz, tamam. Altinda Japonca biseyler yazan butona basiyorum, ama calismiyor sanirim o; cunku hicbir sey dokulmuyor.

"Hemen bu paralari harcamayi denemeliyim, eger oluyosa oohh, altin yumurtlayan messenger" diye dusunerek bakkala gitmek uzere evden cikiyorum. (Meseleyi anlamayabilir endisesiyle eve yakin olan ama yavas hizmet veren bakkala degil, cadde ustundeki pratik ve hazircevap olana gidiyorum.)

Gulumseyerek "Bonjour" deyip ocaman buzdolabinin ustunden uzatiyorum butun bozukluklari (bakirlari ayirmistim), "bi winston box". Elindekiler normal yeni turk lirasiymis gibi tezgahin ustunde hizli hizli sayiyor, "iki ikiyuz yapti, 1 lira daha rica edeyim" diyor. Gitti paralar. 1 lira uzatip sigarayi aliyorum. Dukkandan cikinca durakta yolculari almakta olan 554'u gorup "oley kacirmadim" diyerek biniyorum. Huzurluyum.

21 Aralık 2006 Perşembe

Beauty is in the eye of the Tiger


Ah isminden tiksindigim, Tugce'm, bu ne guzellik? New York'larda yasayip dunya vatandasi olasin.

4 Aralık 2006 Pazartesi

Cim Cim Cim Cim, Hasat Hasat!

Cim, yesillendirilmek istenen alana ekilen bitkinin adi (daha cok Lolium ve Festuca turleriymis) iken; cimen, kendiliginden yetisen cim anlamina geliyormus. Yaa.

26 Kasım 2006 Pazar

Ouija Board, Would You Help Me?

Ruh cagirma tahtalarinin tasarimi bir kez olsun aklimdan gecmemisti simdiye kadar. Google grafiklerinden sooyle bir bakayim dedim; bu usttekiler gibi klasik olanlarin arasinda, su iskeletli pek bi hosuma gitti. Sozkonusu aktivite hic ilgimi cekmese de, bunlardan sahane dekor olacagina karar verdim (- Ay inanmiyoram korkmuyo musun bunlarin arasinda, benim ruyama girer vallaa!). Hatta yarin bi gun fazla bos vakitten yere yigilacak konuma gelirsem oturur kendim de tasarlarim lan. Kipling, meraba abi.

2 Kasım 2006 Perşembe

Cheaters

Yine gereksiz bir konuyla burdayim sevgili kozmikler.


Last fm'de eksisozluk grubunun sayfasindaki artikellerden bir tanesi beni bir baska sahane grubun sayfasina goturdu: cheaters. Ne kadar hos yahu, adam acikca "evet abi, hoslandigim kizla neighbour olmak icin gece winamp'i acik birakip yatiyorum" diyor ve kendini gruba ekliyor. Eheh, grup sayfasinda cok sevdigim bir goruntu de müzik asigi sinirli bir subscriber'in sahtekarlara duydugu nefreti dile getirmesi uzerine aldigi sik yanit ve onun ardindan gelen beyhude tartismalar oldu. Hahahah.

4 Ekim 2006 Çarşamba

Phonem by Miller

Erlend Øye'nin son projesi the whitest boy alive'a duydugum sevgi obegi serpilmeye baslamisken,
sahane bir konser haberi aldim. bu phonem gecen sene ilk kez yapilmis yanilmiyorsam, notwist gelmis, peaches gelmis, eglenilmis bolca. tabi o zaman hic haberim yoktu. gerci haberim olsa kosarak gidecegim konserler degil bunlar. neyse.
iste bu sene de 3 kasim'da the whitest boy alive da phonem'de yer alacakmis (bununla ilgili bir aciklama bulamadim, kaynak sozluk). dort gozle beklemedigim, ama twba'a gore nispeten daha onemli olan bir mogwai konseri var ayin 28'inde. para icinde yuzulurse, istanbul'da gecirilecek gunlerce bos zaman tedarik edilirse gidilir tabi, eheh.

dunya cok guzel bi yer olsun, konserlere gidelim hep.

26 Eylül 2006 Salı

The Rhythm of Your Breathing

duygusal bir ibne oldugum icin saatlerdir ayni sarkiyi dinleyip duruyorum.

holding you in the morning
listening to the rhythm of your breathing
feeling such a need
you're everything to me

don't worry what people say
let them gossip, let them guess
no one should feel guilty
for finding happiness

we're so fragile at times
now there's no kissing goodnight
back to back, lying awake
instead of putting things right

when silence falls between us
all we do is miss each other
when the touch of lightness leaves us
all we feel's a lack of shelter

but you're not going to lose me
I'm not going anywhere
this is not the beginning of the end

feeling your fingers on me
skin touching skin
if a defense is what we need
look no further than what we're feeling

when I'm thinking of you
I hope that you can feel it
don't worry what people say
let them guess, let them gossip

but you're not going to lose me
I'm not going anywhere
this is not the beginning of the end

holding you in the morning
listening to the rhythm of your breathing

ah ya...

15 Eylül 2006 Cuma

humanclock

harika bisey, son derece gereksiz ve super. saati fotograflarla ogreniyorsun, envai cesit saat fotografi var. haha, muthis.

Emmenez Moi

bu, sarkinin filmde ilk defa duyuldugu sahne. kucuk zac herkesin babasindan ustun gordugu, hayran oldugu babasiyla arabada. babasi direksiyonda, agzinda sigara, gozunde simdilerde tekrar moda olan igrenc gunes gozluklerinden, sarkiyi soyluyor, ara sira ogluna hosnut bakislar atarak. ellerimi kavusturup gulumseyerek izledigim sahnelerden biri bu. (ne devrik cumle kurdum arkadas be)



filmin ozetini anlatir konusunu bildirir gibi bi paragraf:

simdi soyle, 60'larda fransa'da yasayan bir aile bu. aznavour ve patsy cline dinleyen sahane bir baba, spoiler olmamasi acisindan pek bahsetmek istemedigim bir anne ve isimlerinin bas harfleriyle filme adini veren (christian, raymond, antoine, zachary, yvan) bes erkek kardesten olusuyor. C.R.A.Z.Y. adinin bir diger kaynagi da elbette filmde de devamli duydugumuz ve gervais beaulieu (baba) ' nun cok sevdigi patsy cline sarkisi. christian kardeslerin en buyugu, cocuklugundan beri kalin siyah cerceveli gozlukleri var, zac onu "her zaman ve her yerde ne gorse okur" seklinde tarif eder. raymond icki - uyusturucu - seks uclusu arasinda yasamaktadir, surekli borc ister, kufreder ve eger etrafindaysa zac'e saldirir. antoine ailede christian ile birlikte gurur duyulan diger evlattir, sporcu ve aptaldir. zachary, filmin gozunden anlatildigi kardestir. (spoiler ben her ne kadar bir sonuca ulastigini veya onemli bir olayda gectigini gormesem/anlayamasam da zac'in ozel gucleri vardir. yaralari iyilestirir,vs. spoiler) yvan ise hakkinda en az fikrimizin oldugu, sisman kucuk kardestir.

--- burdan sonrasi spoiler icerebilir kosesi ---

zac'in noel gunu dogmus olmasindan kaynaklandigi dusunulen, annesi tarafindan kesfedilen ve plastik kap satan bir kadin tarafindan dogrulanan, yaralari iyilestirmek gibi olaganustu bir gucu vardir. yarasi olan kisiyi dusundugu zaman onun agrisi veya kanamasi (neyse artik) gecmektedir. eve telefonlar gelir, "zaaac! hemen luciano amcani dusun, cok fena kanamasi varmis!" denir, bir sure sonra telefon calar tekrar, "sagolasin evladim, kanama durdu" dendigi duyulur, mantikdisi diyaloglar olusur (white rabbit'in ilk duyuldugu sahne de budur, zac'in yeteneginin ilk uygulamasini aile yemek masasindayken izleriz). bu yetenegini annesinden baska kimse ciddiye almiyormus gibi gorunse de (ki onun da nedeni ayri bence, gelicem oraya da.), bu yetenek yuzunden gosterilen ilgiden midir nedir, diger kardesleri zac'e gicik olur. babanin cok sevdigi, degerli patsy cline plagini kimin kirdigini ogrenmek icin ogullarini karsisina topladigi zaman zac'in "ben yapmadim. bir kazaydi." cumlesinin uzerine kardeslerinin ona bakislarinda da bu nefret ve asagilama gorulmektedir. (diye dusundum ben o anda)

zac cok acayip bir ergenlik gecirir, escinsel olma korkulari ve delice arzuladigi kuzeni michelle'in hayali ile sigara icip hayati sorguladigi david bowie'li gunler gecirir. fotografta gorulen; zac'in, bana kalirsa filmin en rahatsiz edici sahnelerinden biri olan ve oldukca da uzun suren ayna karsisinda son ses david bowie (hangi sarki oldugunu bilmiyorum ne yazik ki) dinleyip ona ozenerek bagira cagira sarkiyi soyledigi sahneden sonra cekilen halidir. birden antoine odaya girer, nefret dolu birkac cumle soyleyip kapiyi carpar cikar. zac pencereye dogru bakar ve disarda kendisini alkislayan, dalga gecen insanlari gorur. (filmin su anda bulamadigim baska bir afisinde kullanilmisti bu)

kendini dansa vermis guzel kuzeni michelle ve onun erkek arkadasi paul ile sigara icerken shotgun'in ne oldugunu ogrenir. yillar sonra christian'in dugununde otoparkta (bu sefer de michelle'in baska bir sevgilisiyle) shotgun yaptiktan sonra salonda duyulan "zac ibneymis la az once otoparkta opusurken gormusler" laflarinin ustune babasi artik delirir. "benim senin gibi oglum yok!" diyerek onu kovar. raymond da mizacina uygun sekilde salonda kavga cikarir.

evden ayrilinca zac kudus'e gider. dedigine gore isa'nin yurudugu yollardan gecmek ilginc olacakmis, bir de tabii annesinin gitmeyi cok istedigi bir yer oldugu icin gitmis. colde yururken fenalastigi anda yanina gelen koylu (artik kimse) onun yuzune gozune su serper, kucuk lord kendine gelir. bu esnada annesini de evde nefes nefese yuzune su carparken goruruz; tipki kucukken gonderildigi kampta gece yatagini islatarak uyanip, yatagini islattigi belli olmasin diye deli gibi dua edip yorganin altina uflerken annesinin de uyanip dua etmesi gibi. bence sey ya, bu zac'in oyle super bi gucu falan yok. yaralarin iyilesmesi falan ona bagli degil. annesiyle aralarinda boyle ozel bi sey, empati-otesi bi sey var.

raymond'la birbirlerinden tiksiniyorlar, bunu filmin basindan itibaren goruyoruz. okuldan kendisini motosikletle alip goturmesi icin (cunku okulda da ona "ibne" diye laf atiyorlar) ona 2 dolar veriyor, hahahah, giderken arkaya dogru parmagini gosteriyor. raymond'la ilgili beni en cok eglendiren sahnelerden biri de zac'in raymond'in odasina saklanip gelen kizlari ve raymond'i izlerken yakalanmasidir, ahahah, raymond'in bakisi, hahahahah.


zac'in buyuyup serpilip babasiyla emmenez moi'yi soyledigi su sahneye bakiyorum da, bi garip oldu bu cocuk ya. daha bi mulayim, boyle sakin, iddiali olmayan bir gorunumu olur, christian kadar degil ama daha az dikkat cekici bir varlik olur diyordum. o ise sanki ibnesin sen suclamalarinin ustune gitmek ister gibi saclarini dikiyor, parlak gomlekler giyip gogsunu aciyor.
fazla uzatmamak ve asil soylemek istedigimi soylemek istiyorum: zac gercekten ibne ve babasinin ogullari arasinda en sevdigi.

10 Eylül 2006 Pazar

the inner life of the cell

hucre icinde gecen olaylarin harikulade bir canlandirmasi. yalniz nedense fondaki muzik DNA replikasyonu esnasinda iyice duygusallasiyor.

gateway

yeni kesfettim, gayet guzel bir oyun. ayrica burda bulunsun diye, su salli polisli oyun, sarkitlardan kacmaca ve icinden cikilamayan odalar.

9 Eylül 2006 Cumartesi

illuzyon dunyasi

youtube'daki videolarini gorene kadar marco tempest'i hic duymamistim. illuzyonlara olan ilgisi bir zaman "aa iki boyutlu gibi ama uc boyutlu aslinda aa olm bu tek boyutlu?" veya "ba ba ba kagida yaklasinca daireler hareket ediyo!" veya "sen sindi sec karti ama bana gosterme, bak bulucam" gibi seylerden ve edward norton'in filminden ileri gidemeyen bir kisiyim, haliyle cok sevdim bunlari. fizik kuraliymis, insan gozuymus dusunmeyeceksin bunlari. gordugum videolarda marco temiz yuzuyle semsiye kucultuyor, kalem buyutuyor, catidan bir anda iniyor, karnindan ip geciriyor (allahm nasi ya?), televizyonla cambazlik yapiyor. hakkaten bravo marco.

8 Eylül 2006 Cuma

pazar sevisgenleri

(iki kisi masada oturmaktadir)

adam - ya ben aski yaladim yuttum.. bitirdim aski ben, astim..
kadin (dusunce balonu) - bugunki aklimla doverim simdi

7 Eylül 2006 Perşembe

süpermen donuyor

ahahahah, birebir sozluk'te dolasirken superman donuyor basligini gorunce "oeh" demistim; ama acip baktim, gercekten boyle bi film varmis, yesilcam. ehaheh, tayfun, dunya gazetesi'nde calisiyor. alev'e asik. tayfun'u yillar once bir rokette bulmuslar, yesil bir tasla. hay allahim, ahahahah. izlemek istiyorum.

1 Haziran 2006 Perşembe

Kokain ve Genetik Modifikasyon

simdi kokain denen madde musveddesini hepimiz biliyoruz. bu sey, uyarici (kafa yapici desem daha samimi olur, ancak “o ne oyle be” der; metnin bundan sonraki kisminda ingilizcesi "stimulant" olan bu kelime icin "uyarici" sifatini kullanacagimi belirtirim.) etkisini dopamin adli canimiz norotransmitterimiz uzerinden gosteriyor. Soyle ki: dopamin tasiyici proteinler var (gavur “dopamine transporter” diyor.), bunlar dopamini hucrelere tasiyor tabii. “lafi amma dolandirdin, kokain ne ediyor bu dopamine, tasiyiciya? Soyle lan.” Der gibisiniz. Evet, iste kokain, bu dopamin tasiyiciyi bloke ediyor. Kokain icen insanlarin “uyarilmasi” (ehehe, kafalarinin bi milyon olmasi yani) da bu yuzden olmakta.

Ohio Universitesinden Howard Gu ve birkac meslektasi kokain bagimliliginin onune gecebilmek icin cesitli yollar bulabilecekleri birtakim arastirmalar yapmislar. Diyorlar ki, kokain dopamin tasiyicisini bloke ederek etkisini olusturuyorsa, o zaman, duz mantikla, eger bloke edemezse etki metki gosteremez? İste buradan yola cikarak farelerin genlerinin dopamin tasiyicisini kodlayan kismini manipule edip farkli tur bir tasiyici sentezlenmesini saglamislar. Bu yeni farelerde, dopamin tasiyicisi kokaine direncliymis, yani kokain tarafindan bloke edilmiyor, ustelik bir yandan asil gorevi olan dopamin tasimayi da surduruyormus. Hayranlik verici. Test icin normal genlere sahip farelerle modifiye dopamin tasiyicilari olan fareleri bir araya toplamislar. Deney kutusunu birkac odaciga ayirip buralarda onlara farkli gunlerde, bazilarina sadece tuz, digerlerine de degisen dozlarda kokain olmak uzere enjeksiyon yapmislar. Deneyin ilk ve son gunlerinde de tum farelerin deney kutusunda dolasmalarina izin verilmis ve fareler dolasirken cekilen video kayitlari incelenmis.

Normal genlere sahip olup kokain enjekte edilen fareler daha cok onlara kokain verilen odalara gitmisler, ancak modifiye tasiyicilara sahip farelerin boyle bir yonelimleri olmamis. E hayvan tadini aldi tabi kokainin, bir daha icmek, bir daha ucmak istiyor. Ayrica kokain verilen normal genli farelerin, tuz verilen normal ve modifiye tasiyicili farelere gore cok daha hareketli oldugu, dolasirken bunlardan yaklasik bes kat daha fazla mesafe aldiklari gozlenmis. İlginctir, modifiye tasiyicili ve kokain almis fareler ise sadece tuz almis normal ve modifiye tasiyicili farelerin aldigi yolun yarisini almis. Goruyorsunuz, kokain normal dopamin tasiyiciyi nasil da bloke edip fareyi “uyariyor”, oysaki modifiye edilmis dopamin tasiyicida ayni etkiyi yapmiyor? Hicbir sey almamis farelerin yaninda hareketleri yavas bile kaliyor, yani kokain anormal dopamin tasiyicilarla karsilastiginda normalde yaptigi uyarici, costurucu etkinin tam tersini yapiyor, insani sakinlestiriyor!

“Simdi dopamin tasiyicilar kokainin etkisini gostermesi icin hedef molekullerse, onu bloke ettigi zaman “kafa guzellesiyor”sa, o zaman hic dopamin tasiyici olmadigi durumda kokain de bloke edecek bir sey bulamaz ve etkisini gosteremez? Oley allahim bulduk!” diye dusunen arastirmacilarin genleriyle oynadiklari farelerden bir onceki calismasi buymus. Dopamin tasiyiciyi yok ettiklerinde kokain etkisi olusmaz diye dusunmusler, ancak oyle olmamis. Dopamin tasiyicisi eksikligi farelerin beynine buyuk zarar vermis ve artik beyin kendi kendini nasil onardiysa, farelerde yine kokain etkisi olmus, fareler yine “ucmus”. (ah ya.)

simdi bu kisiler aslinda sahane bisey yapmislar. Yani eger genlerini modifiye edip sentezlettirdikleri yeni-tur-dopamin-tasiyicisi gibi bir ilac bulabilirlerse (parayi kirmazlar hayir. Bilime buyuk hizmet etmis olurlar. Biz de sizlanmayiz “uyusturucu kullanma yasi 4’e dustu!” diye. Ama bir miktar para kazanacaklari kesin tabi. Ehe.) sahane olur. Howard gu da bunu soylemis. Bir sonraki calismalari bu imis. Bir madde bulacaklar, hem kokaine direncli (e kokain bunu bloke edemeyince kafa yapamayacak ve insanlar kokain almayi birakacaklar, fevkalade) olacak , hem de dopamin tasima gorevini yapacak. Evet. Destekliyorum. (nasil destekliyorsam artik?)

Allahuekber Kraterleri


astronominin nabzini tutmuyorum elbette; ancak bu olaydan yeni haberim oldu. arkadasim google mars bu ya. dunya degil, ay degil, mars. iki tane robot var simdi orda, spirit ve opportunity diye (isimlerinin nasil kondugunu anlamam bunlarin hic. apollolar hadi tamam, tanri neyin, insanoglu dogayi kesfediyor, felsefik melsefik. ancak spirit ne? opportunity ne? ogrenmek istiyorum.
NASA'nin sitesinde de imeyc ustune imeyc var, 3D'si, panoramigi. ancak kenarina "su yuzden de
spirit koyduyduk bunun adini, anisi var biliyomusun.. bak yine duygulandim, teey tey ustunde
yesil kazak vardi o gun aynur'umun..." gibi bir not dusseler ne hos olur.)iste NASA da bunlarin yazilimlarini guncelleyecekmis de. burasi muhim degil de, yahu adamlar mars'i gosteriyorlar bize?


arizona universitesinden Noel Gorelick ve Michael Weiss-Malik adli NASA arastirmacilari guclerini google ile birlestirmisler. google resmi blog'undan ogrendigime gore olayin diger anlamli yani da, google'in, yillar once mars'ta kanallar bulundugu fikrini one suren, "abi canlilar var orda serefsizim, gel gel,
bak su teleskoptan, bunlar kanal mi degil mi, bak haci!" diyen percival lowell'in dogumgunu olan 13 mart'ta google mars'i ortaya cikarmasi. ne kadar guzel ya, yillar once "abi simdi baktim teleskoptan, bunlar kesin kanal! buldum abi! canlilar var orda da! ehoeleo!" cigliklari "tsehehe, lan alem adamsin" seklinde karsilanan adamin yuzellibirinci dogumgununde dunyadaki herkes istedigi an mars yuzeyine bakabiliyor. hayranlik verici.

google'i seviyorum lan.

27 Mayıs 2006 Cumartesi

"DSÖ"

anadolu ajansi bile bu yanlisi yapiyor, neden acaba?

abi dunya saglik orgutu var, orjinal adi world health organization; yani WHO. ama bir metnin icinde bunu kullanacaklari zaman hoop hemen "dsö" yapiyorlar, dunya saglik orgutu ya, hemen "dsö". lan "dsö" diye bir sey yok. "denizli sevisgenler orgutu" gibi bisey olsa, onlar da kisaltma olarak dsö'yu benimsemis olsalar, onlardan bahsederken kullan sonuna kadar (boyle bir orgut varsa kendilerinden ozur dilerim), ama dunya saglik orgutunden bahsediyorsan WHO demen gerekiyor! ofh be. dsö degil abi, who. cok kolay. w - h - o.

26 Mayıs 2006 Cuma

vindovz ikspe

ahahah, bunu bildirgec'te gordum. biraz "turkler x yaparsa..." turevi bisey, ancak eglenceli. her tarafi da aktif, hos bir olay.